23 Kasım 2010 Salı

Gittim Geldim

Kurban bayramı vesilesiyle 8 günlüğüne ailemle İngiltere'deydim. Ağustos'da planladığım ve bilet ve rezervasyonlarını hallettiğim bir seyahatdi. Bu sefer artık Ankara anlaşması da planlarımda olduğu için başka bir gözle baktım. Sanki orada yaşıyormuşçasına birşeyler yapmaya çalıştım.

Sabiha Gökçen havaalanından tam zamanında kalkan Easyjet ile 4 saatlik bir yolculuktan sonra Londra Luton'a indik.Ingiltere saati ile 23:00 civarıydı. İlk iş olarak bir sim kart aldım. "Pay As you Go" dedikleri bizdeki kontörlü hatlardan. Havaalanında bir otomattan aldım. Bunda biraz tufaya geldim itiraf ediyorum. Kartı aldım ama içinden kontör çıkmadı. Bir de "top up" dedikleri kontörlerden alıp yüklemek gerekti. Sim kartın içinden bir miktar kontör çıkacağını düşünüyordum ama ya ben beceremedim ya da kontör yoktu içinde. Web'den incelediğimde sim kartlar bedava ve içinde 5-10 pound'luk kontörler ile satılıyor diye gözükmüştü. Otomatta sim kart bulana kadar bin tane yazı okudum zaten. İsmini hiç duymadığım hatlar vardı. Tecrübesizliğe kurban gittik sanırım. Yine de bendeki Turkcell ile geçen sefer 3-4 defa en fazla 1 dakikalık konuşma ile eve 240 TL fatura geldiği için her halukarda kardayız. Yükleme bir telefon numarasını arayıp karttaki kazınan bölümdeki numarayı tuşlayarak yapılıyor.

Uçak biletini alırken bu saatlerde otobüs veya tren bulmakta zorlandığım için araba kiralamıştım. Araba kiralarken navigasyon kirası fazla yüksek geldiği için Amazon.co.uk adresinden ucuza bir navigasyon alıp bacanak Türkiye'ye gelirken onunla getirtmiştim. Saatin geç olmasından dolayı havaalanı binasındaki Eurpecar ofisi kapatmış bir yazı asmışlar "Car Hire Center" a gelin oradaki ofisimiz açık diye. Ücretsiz mekik sefer yapan otobüslerden birisine atlayıp 3-4 dakika içinde araba kiralama merkezi denen yere vardık. Sistemleri çöktüğü için rezervasyon print'ini benden isteyip elle form doldurarak işlemlere başladı görevli. (demek ki sistem orada da çöküyor) Kısa bir form doldurma işleminden sonra imzalaştık ve bir zarf uzattı. İçinde anahtar ve doldurduğum formun bir kopyası vardı. Ben otomobil rezervasyonu sırasında dizel istemiştim, benzinli bir araba verdi. Söyleyince de "başka araba yok" zaten dedi. "Peki rezervasyonda neden dizel işaretledim ben o zaman" dedim. "O sadece tercih" dedi. Gecenin o saati bir zenci ile tartışasım olmadığı için eyvallah deyip arabaya geçtim. Henüz 1000 milde yeni araba kokusu üstünde bir Pegueot 207 vermişler. Gayet güzel bir arabaydı, çocuk koltuğu da kiraladığım için onu da zenciden temin edip hayatımda ilk defa sağa oturup direksiyon başına geçtim. Navigasyonumu araca taktım, motoru çalıştırdım. Bu aşamada hiç sağda direksiyon kullanmamışlar için birkaç merak edilebilecek konuyu anlatmakta fayda var.

Vitesler solda kullanırken nasıl dizili ise sağda da aynı. Dolayısıyla 20 sene kendime çekip yukarı ittirdiğim 1. vites burada kendinden ileri itip yukarı ittirerek giriyor. Tabi vitesin sol elle atılması bunca seneden sonra alışması en zor konulardan birisi. İtiraf ediyorum vites değiştirmek için harekete geçtiğimde ilk birkaç saat sağ elimi kapıya çarptım sonra sol elimle vitese uzandım.

Pedallar soldaki ile aynı sırada aynı ayakla aynı pedala basarak yönetiliyor. Mirror image olur mu diye düşünüyordum ama değilmiş.

Orta aynaya kafayı sağa çevirip bakmak, geri vitese takınca vücudu sola doğru arkaya döndürmek, yolda ilerlerken arabayı şeridin içinde ortalamak, gidiş geliş trafikte sola ne kadar yanaşacağını bulmak, döner kavşaklardan sonra yolun yanlış tarafına girmemek için kasmak, arabaları sağlamak ilk bir saatte beynimi alt üst etti diyebilirim. Hiç aralık vermeden 20 senedir araba kullanan ben, acemi şöföre döndüm. ve ilk 15 dakika içinda sol aynayı çarptım (İlk defa sağda direksiyon kullanan biriyseniz tavsiyem siz de full sigorta yaptırın). Bunca zaman arabayı ortalamak için beyin şartlanmış. Siz otomatikman yolu ortaladım derken bir anda farkediyorsunuz ki solda oturmaya göre ortalamışsınız. Eeee solda oturmuyorsunuz ve daha da pis tarafı solunuzda bir yolcu koltukluk mesafe var. Benim en zorlandığım konu bu ortalama hikayesi oldu zaten.

Ama kısa bir zaman içinde otobana çıkıp biraz rahatladım. Navigasyon beni şehrin içinde 10 dakika dolandırdı durdu. (ki burada Shortest Route ile Fastest Route arasındaki farkı anladım) Meğerse havaalanından direk otobana giriş varmış ama ben Shortest Route seçtiğim için garibim navigasyon abi fazla dolanmasın diye beni şehre sokmuş. Otobanda 3 saatlik yoldan sonra Manchester'e girdik ve eve vardık.

Ertesi gün yani pazar hanımların alışveriş konusunu halletmek üzere şehir merkezine gittik. Biz kızımla beraber dolaştık, eşim kardeşi ile alışverişe takıldı. Biz yemek yedik, Boots'dan diş fırçası, paracetamol falan aldık, Costa'da kahvemizi içtik, sokaklarda gezdik, sokak çalgıcılarını dinledik. Güzel bir pazar günüydü. Hele bir de güneş de olunca Kasım ayı için güzel bir pazar oldu.

Sonraki günümüzde Navaab denen bir hint restoranında yemek yedik. Hint mutfağından örnekler tatmak için en iyi seçenek diyebiliriz. Çok güzel dekore edilmiş bir yer, çoğunlukla Hintliler geliyor. Ancak yemekler oldukça baharatlı. Hatta öyle baharatlı ki yemek tadı genelde alınmıyor sadece baharatlı bir sos yiyorsunuz neredeyse. Adam başı £12  verip açık büfeden istediğiniz kadar yemek ve tatlı alabiliyorsunuz. İçecekler ekstra. Çatlayana kadar yedik. Ben tüm çeşitlerin tadına bakmak istediğimden tadımlık birer kaşık aldım. Ama neredeyse hepsi aynı tatda olduğundan farketmedi. Aynı yemeğin devamı gibi geldiler bana. Tatlılar da aşırı şerbetli ve şekerli. Demek ki bir çeşit yemeği alıp kaptırıp gideceksin.

Akşam Tesco denen markete girip biraz alışveriş yaptık. Baldızlarda kalıyorduk ve evde birkaç eksik vardı biz de atladık gidelim diye. Sebze meyve almak ilginçti, ayıklanmış, doğranmış ve paketlenmiş olarak satılıyorlar. Mesela mevsim salata yapacaksınız. 3-4 kişilik salata malzemesinden olusan karma paketler var, içinde marul, roka, taze soğan falan gibi malzemeler ayıklanmış duruyor. Türkiye'de pek alışık olmadığımız bir durum.

Ekmek seçmek biraz zordu, sanırım hepsinden deneyip tecrübe ile almak lazım. O yüzden baldızın evinde gördüğümüz paketin aynısını alıp geçtik.

Et reyonuna pek girmedik ama abur cuburlarımızı aldık kasaya geldik. Fiyatlar normaldi. Yani aynı malları Türkiye'de alsak aşağı yukarı o kadar tutardı. Belki biraz daha düşük çıkabilirdi Türkiye'de ama uçurum yoktu. Türkiye'deki Türk marka ve ürünlerini bulmak için Manchester'de bir Türk marketi de olduğunu hatırlatayım.

Salı günü Chester'deydik. yarım saatlik bir yolla gittik. Bu arada şehirler arası mesafeler çok fazla değil. Biz Türkiye'de bütün şehirleri gezdiğimiz için kimi yolların bir günde gidilemediğini biliriz eşimle. Burada öyle değil 2 - 3 saat içinde bir sürü şehirden geçilebiliyor. Dolayısıyla Manchester gibi adanın ortasındaki bir şehir'den 3 saatlik mesafedeki yerlere günübirlik gidiş dönüş turlar yapmak mümkün ve bu çember aşağı yukarı adanın büyük bölümü demek.

Chester çok hoş bir yerdi. Eski tarz mimarinin örnekleri ve publarla dolu sokaklara bayıldım. Saat 15:30 falan gibi şehre girdik merkezde park ettik. Otopark 15:00 den sonra ücretsizmiş. Sokaklarda yürümeye başladık. Yalnız Kasımda saat 16:20 gibi hava kararıyor İngiltere'de biz de böylece sadece 1 saate yakın bir zaman dolaşabildik. Kalesine falan gidemedik. Sokaklar Christmas için hazırlık yapanlar, ışıl ışıl mağazalarla doluydu. Şimdiye kadar İngiltere'deki en sıcak bulduğum şehir burası. Bir İtalyan restoranına girdik kıt İngilizce'si olan garsona siparişimizi verdik (Bu ilk örnekti ama daha sonra da yaşadık bu durumları. İngiltere'de ingilizcesi çok az olan birçok çalışanla karşılaştık. Garip geliyordu ama sonra demek ki olabiliyor diye kabulleniyor insan)
Pizza, kalamar ve spagetti söylemiştik aşağı yukarı £24 tuttu hesap. Pizza'yı İtalyanlardan daha güzel yaptığımıza inandık. Kalamar ise bizdeki balık restoranlardaki ile kıyaslayınca çok zayıf kalıyor.

Sonraki gün York'a gittik. Yol 2 saat sürdü. Merkezdeki otoparka arabayı bıraktık. Saati £2 a bırakabiliyorsunuz. Hava çok soğuktu ve şehir turunu kızımız da mızmızlanınca kısa tuttuk. Bir başka italyan restoranında yemeğimizi yedik. Ki gene söylüyorum İtalyanlar Türkiye'deki kadar güzel pizza yapamıyor. Sonra şehir turuna katılalım dedik ama 30 dakikada bir kalkan otobüsü kaçırınca müzeye daldık. Adam başı £8 ödeyip müzeye girdik. Çocuğa para almadılar. Etnoğrafya müzesi gibi bir mekandı. İngilizlerin tarih boyunca yaşamının nasıl olduğunu evlerinde neler kullandıkları, işleri, şehir hayatı gibi temalarla dolu bir müzeydi. Oldukça güzel bir müze. Gidenlere tavsiye ederim. En sonunda da York zindanlarını gezip müzeden çıktık. Saat 16'ya geliyordu ve yola çıkarken bacanak Harrigate'e de gidin diye tavsiye ettiği için şehir turunu pas geçip yola çıktık. Trafik korkunçtu şehirden 30 dakikada anca çıktık. Harriagate York'a yaklaşık 22 mil uzaklıkta ve otobandan iç tarafa doğru olunca biz hava kararırken anca gelebildik gelir gelmez de trafik çok sıkışık olunca vaz geçip eve dönmeye karar verdik.

Navigasyon bizi inatla otobana çıkarmadı. Bol trafikli ara yollarda kırsalından kasabasına, köyünden şehirine yaşamın içinden geçerek yola devam ettik. Dönüş yolu 4 saaat sürdü. Doğum günümü yollarda ve terleyip terleyip dışarı çıkınca donduğumdan hafiften ateşlenmeye başladığım bir halde geçirdim.

Dolayısıyla sonraki gün Galler'e gidiş planımızdan vaz geçtik. Bacanak ile takıldım. İş hayatı, ofis, çevre, insanlar üzerine bir inceleme günü oldu. Şiveli konuşan İngilizleri anlamada ne kadar zorlandığımı gördüm. Bu ülkede herhalde birkaç ay oturmadan İngilizce konusunda çok rahat edemeyeceğim.

Cuma günü Manchester'den Luton'a yola çıktığımızda saat 11:30 civarıydı. Yolda mola verip benzin aldık. £30 kurşunsun benzin yaklaşık yarım depodan biraz fazla tutuyor. Ama pompa'da inip kendi benzinini kendin dolduruyorsun. Sonra içeri gidip pompa numarasını söyleyip paranı ödüyorsun.

Luton'da havaalanındaki Ibis otel'de 2 büyük bir çocuk sadece oda olarak 2 günlük rezervasyon yaptırmıştım. Toplam £112 bu tuttu. geceliği £3 da otelin otoparkına ödedik. (Bizde olsa kıyamet kopar değil mi) Çok güzel olmasa da temiz sayılabilecek bir oteldi. Otele giriş yapar yapmaz trenle Londra'ya inelim dedik. Gidiş geliş 2 kişi tren-metro ücreti £37 tuttu. (ben bu paraya uçağa biniyorum). Tren direk Victoria istasyonuna gidiyor sanıyordum ama St Pancras (Kings Cross) istasyonunda trenden inip metroya binmek gerekiyormuş. Neyse onu da yaptık ve Victoria'da inip yürümeye başladık. Big Ben ile istasyonun arası yaklaşık 1.5 km tutuyor. Arada bir restorana girip Fish & Chips yedik. Ki sahibi Türk çıktı. Gece biraz dolaştıktan sonra yine tren metro karışımı ile geri döndük. Bu arada kifayetsiz resepsiyonistin dediği gibi Luton Tren istasyonu yerine Havalanı park yeri istasyonundan trene binilebiliyormuş. hatta orada inince havaalanının ücretsiz otopark-otel-havalanı ring seferi yapan otobüsüne binilebiliyormuş.

Yorgunluktan devrilip uyuyakalmışız.


İngiltere'deki son günümüz için sabah kalkar kalkmaz arabaya atlayıp Londra'ya bu sefer araba ile gittik. Hasbelkader doğru yapmışız. Çünkü cumartesi pazar hariç Londra içinde araba ile dolaşmak paralı imiş. Congestion Charge denen bir ücreti bir şekilde SMS ile falan yatırmak lazımmış. Biz cumartesi inince ondan yırttık. Ama otopark acımadı ve o gün £32 otopark ücreti ödedik. Londra anormal pahalı bir şehir. Yemek de ulaşım da, otopark da çok pahalı. Gerçi neye elinizi atsanız para istiyorlar. Şehir turuna katılalım dedik ve Big Bus Company'nin adam başı £26 olan tutuna katıldık. 5 yaş altına ücret istemiyorlar. aldığınız bilet 48 saat geçerli ve ücretsiz tekne ile Thames nehri gezisi de tura dahil. İstediğiniz durakta inip etrafı gezip tekrar başka bir otobüse atlayıp devam edebiliyorsunuz. Her 15 dakikada bir otobüs geçiyor. Rehber İngilizce çevre hakkında bilgiler veriyor. (Başka dillerde rehberlik yapan otobüsler de var ama Türkçe yok) Turlar sabah 8:30 da başlayıp 16:30 da bitiyorlar. Bir belediye otobüsü £2 adam başı alınca ve bu rota için kaç otobüs değiştirmek gerektiği göz önüne alınırsa turlar mantıklı denebilecek rakamlardalar.

Gezilebilecek birçok yerden geçiyor turlar. Müze vs gibi yerlere girişte de indirim sağlıyorlar. Ancak haftasonu diye mi neden bilmem öyle kuyruklar vardı ki direk girmekten vaz geçtik müzelere. Saat 16:00 olduğunda Woking'de oturan kuzenime gitmek için arabaya geri döndük.

Londra'daki pis trafiğin içinde biraz cebelleştikten sonra M25 denen Londra'nın etrafını dolanan otobana girdik. ve yaklaşık 2 saatte kuzene varabildik. Tipik bir İngiliz banliyösündeki tipik bir İngiliz mahallesinde tipik bir ingiliz evinde oturuyorlar. Çok şirin bir yer. Güzel bir akşam yemeği ve sohbetten sonra saat 22:00 da otele dönüş için tekrar yola çıktık. 75 km yoldan sonra otele giriş yaptık.

Sabah otelin parasını ödeyip, arabayı teslim edip havaalanına geldiğimizde seyahatin sonuna da gelmiş olduk.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder